22 Mayıs 2010 Cumartesi

Anılar~3~ Karanlık Gece


14 sene önce, Dağ evi...

~Karanlık Gece~

‘Dışarıdan garip sesler geliyor. Neler oluyor? Babam nerede, neden hala dönmedi?’

Çarpılan kapının gürültüsüyle Blaze kardeşinin başucundan kalktı eli asasında temkinli adımlarla kapıya doğru yürüdü. Babası kapıyı sürgülüyor asasıyla sağa sola büyüler savuruyordu.

B: Baba! Neler oluyor?

N: Blaze o odadan çıkma lütfen…

B: Ama…

N: Tatlım dediğimi yap… Kardeşinin yanına git…

Babasının dediğini yapıp kardeşinin yanına gitti. Şöminede bir ateşin çıtırdamaya başladığını ve babasının, daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptığını, küfrettiğini duydu. Kapıdan gizlice ne yaptığına bakmaya karar verdi. Adam elindeki bir tutam uçuç tozunu ateşe savurmuş, başını ateşin içine sokmuş Yunanistan’daki malikânenin ismini haykırmıştı

N: Nyx bizi buldular, kalabalıklar, dağ evindeyiz, zamanım yok, çabuk olun, ne kadar dayanabilirim bilmiyorum…

Adam ateşin içinden tam zamanında çıktı. Kendisini izleyen kızına döndü. Kız ağlamak üzereydi. Koşup kızına sarıldı. İçerideki odaya kardeşinin yanına geri götürdü kızı. Oğluna uykusundan uyanmaması ve sesleri duyamaması için büyü yaptı. Oğlunu da kızını da öptü; Yüzlerinden, gözlerinden, ellerinden…

N: Blaze bana ne olursa olsun sakın kin gütme anlaşıldı mı? Nefret karanlığa giden yolun ilk adımıdır… Sen intikam almak için yaratılmadın… Sen iyiliğin ateşisin…

B: Sana bir şey olmayacak baba!

N: Söz ver bana Blaze!

Kız sessizce ağlamaya başlamıştı babasının umut dolu gözlerine baktı; adam kızının gözyaşlarını şefkatle sildi.

N: Benim olgun kızım… İkinizi de çok sevdiğimi asla unutma, kardeşine de hatırlat hep. Kin gütmeyeceğine söz ver Blaze, kardeşine göz kulak olacağına, tarafsız kalacağına ve onu da kendin gibi yetiştireceğine söz ver!

B: Söz veriyorum! Ama gitme baba, bizi bırakma ne olur…

N: Meleğim… Seni ve kardeşini sonsuza kadar seveceğim. Bana bir şey olursa dik duracaksın tamam mı? Kardeşin için… O seni örnek alır biliyorsun. Fazla yas tutma ve dik dur. Yüreğim hep sizinle olacak beni onurlandırın…

Kızına yeniden sarıldı ve çocuklarını tekrar öptü.

N: Büyük anneni, büyük babanı, halanı ve amcalarınızı üzmeyin hep olduğun kız gibi kal; uyumlu ve olgun…

Adam içeride kapının zorlandığını duyabiliyordu, kızını son kez öptü ve sıkıca kucakladı sonra içeriye koştu Blaze de arkasından gitmeye çalıştı ama babası son anda kapıdan çıkmasını da sesini çıkarmasını da engelleyecek büyüler yaptı

N: Ah Blaze… İnatçı kız… Seni çok seviyorum meleğim…

Kızını odanın içine, olan biteni göremeyeceği bir yere, taşımak istiyordu adam ama vakit yoktu. Kapı, ardında bir toz bulutu bırakarak, paramparça oldu ve 4 kirli adam ardı ardına içeri girdiler.

“Bakın burada kim varmış…”

“Eeeee Bay Paritburn kaçmayı başaramadın mı bakalım?”

N: Kaçmak siz korkaklara yakışır anca…

“Parçalanacak olan sürgüyü bildiği halde kapı sürgüleyen de yalnızca bir Paritburn olabilir o halde…”

4 adamda pis birer kahkaha koyuverdiler.

“Neden direniyorsun Nicholas asayı ver konu kapansın .”

N: İsmimi ağzına alma aşağılık herif! Bende size ait hiçbir şey yok!

“Yapma Nickholas biz eski dostuz! Şu asayı ver olsun bitsin!”

N: Benim dostum falan değilsin sen! P.ç kurusu, aşağılık pislik… Benden istediğiniz asları seneler önce yaktım… Size söylemiştim bunu!

“Yenilerini yapmanı söylemiştik biz de!”

N: Ne sizden ne de kokuşmuş efendinizden korkmuyorum! Asla asalarımdan birini kullanamayacaksınız! Benim asalarım kişilik sahibi asalardır, yalnızca sahipleriyle uyum sağlarlar. Siz benim asalarıma layık değilsiniz ve asla da olamazsınız!

Nickholas az önce eski dostu olduğunu iddia eden ve şimdi de kendisine doğru gülümseyerek ilerleyen adama tiksinerek baktı, adam yanına vardığında suratına tükürdü. Diğerleri asalarını çektiler ama adam durmalarını işaret etti. Sakince yüzünü sildi.

“Karının ölümünden sorumlu olduğumuzu düşündüğün için mi böyle davranıyorsun; amacımız ona zarar vermek değildi biliyorsun.”

N: Karımdan bahsetmeye devam edersen yemin ederim öldürürüm seni Dumpkoff!

“ Hamile olduğunu bilemezdik ya Nickholas!”

Nickholas’ın öfkesi artık dayanamayacak hale gelmişti, asasını tetikte tutan eli adamdan bağımsızmışçasına harekete geçti, düşünmeden aklına gelen ilk büyüyü savurdu. Adamı tam da vurmak istediği yerden vurmuştu. Acı bir çığlık atıp geriye savrulan adam duvara çarptı. Diğer ölümyiyenler aynı anda Nickholas’a saldırdılar; ilk hamlelerini savuşturmayı başarsa da 2. hamlelerinde devrildi koca çınar…

N: Korkak herifler! Sıkıysa teker teker çıkın karşıma! 3 kişi aynı adama saldırmak kolay tabi kolaysa düello edin benimle!

Duvara çarpmış olan adam yavaşça yerinden kalkıp büyü ile yere sabitlenmiş adamın yanına geldi.

“Elimde imkân varken neden kullanmayayım? Silahım olduğu halde neden yumruk atayım söylesene?”

N: Haklısın! Sende onur ne arar ki? Aşağılık, p.ç kurusu…

“ Bu laflar sana hiç yakışmıyor Nickholas…”

N: Oysa sana cuk oturuyorlar…

3 adam yere çivilenmiş gibi sabit duran adama tekrar saldırdılar.

“Çok inatçısın Nickholas çok… Söylesene 2 sevimli çocuğun neredeler?”

N: Çocuklarım seni hiç ilgilendirmez, beni anladın mı pislik herif?

“Neydi kızının adı Blaze miydi?”

N: Kızımın adını ağzına alarak kirletme seni .r.spu çocuğu!

3 asanın ışığı adamın üzerinde yine parladı. Babasından biraz uzakta olan Blaze adamın belinin nasıl yukarı doğru kıvrıldığını görebiliyor, kemiklerinin çıtırdadığını duyabiliyordu. Gözyaşları yanaklarından sessizce süzülüyor, hiçbir şey yapamıyordu…

Dumpkoff denilen adam konuşmasını sürdürdü;

“Kızın daha şimdiden tam bir ateş parçası, benim oğlana alsak ya onu! Ya da belki kendime alırım ha? ”

4 adam da ahlaksızca güldüler. Nickholas öyle sinirlenmişti ki yere çivilenmesini sağlayan büyüden kurtulmaya çalıştı, hırsla kükredi 4 adamda bir adım gerilediler. Evin zemini sallandı, yanan ateşler söndü camlar patladı…

Dumpkoff şok içindeki 3 adama bağırdı

“ Sersemletin şu herifi hemen!”

3 büyüden yalnızca biri isabet etti adama o da pek başarılı değildi. Artık Dumpkoff’da asasını çıkarmış adama saldırıyordu. Blaze babasına çarpan ışık demetleri görüyordu, sesleri duyamıyordu artık, bir de yavaş yavaş yerde büyüyen kan öbeğini görebiliyordu yalnızca…

“Çocukları nereye sakladın söylesene Nickholas, sen öldüğünde biri onlara göz kulak olmalı değil mi?”

N: P.ç kurusu! Çocuklarıma asla dokunamayacaksın…

Blaze babasının hala konuşabilmesine bir yandan hayret ediyor ama bir yandan da seviniyordu. Babası çok güçlü bir adamdı; zaten hep gurur duymuştu adamla. 4 ölümyiyen aynı anda saldırıyordu ama adam hala dayanıyordu. Eli kolu bağlı olduğu halde, asası elinde olmadığı halde korkuyorlardı ondan…

Blaze babasının gücünün ne kadar zayıfladığını tahmin edebiliyordu, ışık demetleri hala adamın üzerinde parlıyordu. Kızcağız kırılan birkaç kemiğin sesini de duymuştu; ama elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Kan gölü neredeyse Blaze’in ayağına kadar gelmişti. Babasının tükenmek üzere olduğunu hissediyordu… Tam o sırada çok güçlü bir ses duyuldu ve ölümyiyenlerden biri cansız vaziyette yere yığıldı…

Blaze bu sesi tanıyordu ama hiç bu tonda, bu sertlikte duymamıştı. Ses büyükbabasına aitti. Eskiden kapının bulunduğu koca delikte belirdi adamın haşmetli bedeni. Dev gibi adamı şefkat dolu görmeye alışıktı Blaze; oysa şimdi öfkeden deliye dönmüş gibiydi adam ve atası Poseidon gibi düşmanına depremler yollamaya hazır görünüyordu. Hala sağ olan 3 ölümyiyen Nickholas’ı bırakıp yeni gelen adam ve ardından gelenlere karşı kendilerini korumaya giriştiler.

Troy(Büyük Baba): Nyx ağabeyinle ilgilen…

Nyx ağabeyinin yanına koştu, Blaze de gözleriyle takip etti onu. Kızın içinde fırtınalar kopuyordu; ne yazık ki sesi çıkmıyordu… İçinden Nyx’e yalvarıyordu “Ne olur beni bul Nyx, yalvarırım çöz beni. ” sessiz gözyaşları eşliğinde…

Heyhat… Nyx henüz Blaze ya da Blacken’i düşünebilecek halde değildi ne yazık ki… Nickholas kadının ağabeyiydi ve genç kadın ağabeyinin yanına koşmuş, yerde sağlıksız bir pozisyonda kıvrılmış bedeni kolları arasına almıştı.

Nyx: Dayan Nickholas, dayan ne olur…

Ağabeyinin kanlı saçlarını okşuyor, bir yandan ağlıyor bir yandan adama gülümsemeye çalışıyordu genç kadın.

Nyx: Geçecek Nickho dayan, kendini yorma, konuşmaya çalışma…

Adam ağzını açmaya çalışıyor, kız kardeşine gülümsemeye çabalıyordu.

Nickholas: Nyx… Benim için çok geç… Elinden hiçbir şey gelmez…

Nyx: Saçmalama! Elbette ki geç değil!

Nickholas: Bırak beni küçüğüm, bırak huzura ereyim…

Titrek elini, zorlanarak da olsa, kız kardeşinin yüzüne koymayı başardı adam. Kadın zorlandığını görüyordu, adamın eline kendi eliyle destek vererek boş yere enerji harcamasını önlemeye çalıştı. Ağabeyi gözyaşlarını siliyor, genç cadıya gülümsüyordu. Adamın bu metin hali Nyx’ün gözünün önünden gitmeyecekti hiç.

Nickholas: Onları sev Nyx… Çocuklarıma göz kulak ol, bir yuvaları olmasını sağla… Ben… Öldüğümde…

Nyx: Sus Nickho… Yalvarırım sus! İzin veremem… Ölmene… Gitmene izin veremem…

Nickholas: Elinden bir şey gelmez Nyx. Beni bırak… Çocuklarla ilgilen…

Adam başını hafifçe arkaya doğru yatırıp Nyx’ün göremediği bir yere baktı.

Nickholas: Sizi seviyorum… İkinizi de çok seviyorum… Hep seveceğim… Söylediklerimi unutma güzeller güzelim…

Yeniden Nyx’e dönüp cadıya şefkatle gülümsedi son kez…

Nickholas: Hep onların yanında olun Nyx… Hep sevilsinler… Size güvenebileceğimi biliyorum… Benim yüreği büyük, kocaman bir ailem var…

Kadın boğazına düğümlenen hıçkırıklardan konuşamıyordu. Ağabeyi parmağıyla son kez yüzünü okşadı ve gözlerini yavaşça kapattı…

Nyx: Nickho hayır… Gitme yalvarıyorum gitme… Bizi bırakma ağabey…

Kadın ağabeyinin hissizleşen elini öptü, kanlı yüzünü okşadı, alnını öptü, adamın yavaşça ölen bedenine sarıldı. Ağabeyi gitmişti biliyordu, ruhunu artık hissedemiyordu, yoğun sevgisini duymuyordu… Gitmişti… Bir şeyin yere çarptığını duydu.

Nyx: Yo… Hayır… Nickho? Geri gel Nickho… Gidemezsin…

Kadın ağabeyinin ölü bedenine sımsıkı sarılmış ağlıyordu şimdi. Blaze artık hareket edebilirdi… Babasının gizlediği oda meydana çıkmış, kızın sesi yerine gelmiş, dizlerini bağlayan büyü de çözülmüştü. Ama tüm gücü tükenmişti kızcağızın; hareket edebileceğini hissedemiyordu, dizleri üzerine düşüvermişti, asası elinde öylece duruyordu. Ağlıyordu büyük ihtimalle; ama gözyaşlarını hissedemiyordu. Tek hissettiği hiçlikti, babasının yokluğuydu. Çok derinlerde, göğsünün orada bir yerde kocaman bir delik açılmış gibiydi.

Kadın şok içinde ağabeyinin göğsüne gömdüğü başını kaldırdı ve Blaze’e baktı. Blaze nereye baktığını bile bilmiyordu, kadının kendisine şok içinde baktığını da göremiyodu. Göremese ve neden şok olduğunu bilemese de kadının kendine geldiğini, farkındalığını yeniden kazandığını hissedebiliyordu. Ayağa kalktığını Blaze’in yanından geçtiğini de yalnızca hissetti, bakıyor ama göremiyordu. Beyni gönderilen verileri işleyemiyordu. Sessizlikten başka bir şey duyamıyordu. Kardeşi ve halasının evden dışarı çıktıklarını da yalnızca hissetti…

Görebildiği tek şeye doğru ilerlemek istiyordu, babasının bedenine… Bacaklarını hissedemiyor, ayağa kalkmak için kendine komut veremiyordu. Elerini babasına doğru uzattı, sanki ellerini uzatınca ona ulaşabilecekmiş gibi… Daha da uzanmaya çalıştı ileriye… Hafifçe öne doğru düştü. Ellerinde bir ıslaklık hissetti. Ellerini de göremiyordu, ama kandı bu biliyordu… Tahta zeminde kollarının yardımıyla bedenini sürükledi. Biraz sonra babasının cansız bedenine ulaşmıştı. Kan göletinin içinde sürünmekten tüm bedeni kana bulanmıştı. Babasının yüzündeki gülümsemeye baktı... Parmağının ucuyla adamın gözleri etrafında oluşan çizgileri okşadı. Gülümseyince yanağında oluşan minik gamzeyi öptü. Başını babasının göğsüne koydu ve kollarını adamın cansız bedenine doladı sıkıca. İçinden, kendisini de yanına alması için babasına yalvardı durdu…

Aradan ne kadar vakit geçti kim bilir… Bir süre sonra odanın içinde kendinden başka bir canlıyı hissetti yine Blaze. Kendisini babasının bedeninden uzaklaştırmaya çalışan kolları duyumsadı. Her kim olursa olsun umurunda değildi bir elini babasının belinden çözüp kendisini babasından koparmaya çalışan kişiyi itti ve yeniden babasının bedenine kenetlendi.

Sıcacık bir elin saçlarını okşadığını hissetti sonra… Başına konan yavaş öpücüğü, kollarını şefkatle çözen kolları… Kafasının altına, babasının göğsü yerine yerleştirilen başka yumuşacık, sıcak bir göğsü hissetti. Kollar Blaze’i sıkı sıkı sardılar… Vücudunu babasının ölü bedeninden tamamen kurtardılar. Kızın hissettiği son şey buydu… Yeniden hissetmeye, görmeye, duymaya, algılamaya başlayabilmesi için aradan birkaç gün geçmesi gerekecekti…

Bir daha o gece hakkında konuşmayı hiç istemeyecek; ama asla unutmayacaktı da. Kâbuslarında o geceyi tekrar tekrar yaşayacak ve bölünecekti uykuları sık sık… Yine de geceleri kendi bedenine sarılacak, anlatmayacaktı kimseye ağlayarak uyandığı geceleri; her sabah, söz verdiği gibi, hiçbir şey olmamışçasına keyifli uyanacak, güçlü duracaktı…




12 Mayıs 2010 Çarşamba

Anılar~2~ Ortak Nokta

14 yıl önce, Hogwarts…
Lia ayaklarının ucunda yürüyüp ses çıkarmadan ortak salon kapısına ulaşmaya çalışıyordu. Ortak salonun boş olduğunu sanıyordu oysaki Edward masada ders çalışıyordu ve bir süredir ses çıkarmadan yürümeye çalışan kızın farkındaydı.

Kız tam da kapıya çok yaklaşmışken arkasından gelen sesle irkildi

E: X. Lia León gecenin bu saatinde kapının önünde ne yapmaya çalıştığını sormamın bir sakıncası var mı?

Kız cüppesinin cebinden asasını çıkarıp bu gıcık çocuğu bir kurbağaya çevirmemek için kendisini zor tuttu. Çocuk sınıf başkanıydı sonuçta biraz da olsa saygı duyulması gereken bir tipti. Ama Lia bu çocuğa saygı duyamıyordu işte, küstahlığı onu deli ediyordu.

X: Ne yapıyor gibi görünüyorum A. Edward Grawinceer?

E: Sana hiç yakışmıyor gecenin bir köründe binadan kaçmaya çalışmak

İlginç ama oldukça ciddi ve sert bir şekilde söylemişti bunu, Lia samimi ilgisine şaşırdı. Olduğu yerde kaldı, şaşırmış bir şekilde dik dik Edward’a bakıyordu. Çocuk okuduğu bölümü bitirdikten sonra sayfanın köşesini kıvırdı ve kitabını kapattı. Oturduğu sandalyeye yaslanıp kollarını kavuşturdu.

E: Xesphylla sorun nedir? Sen bunu yapacak bir öğrenci değilsin…

Kız hala şaşkın şaşkın çocuğu izliyordu. Doğruyu söylemeye karar verdi

X: Sorun… Bir arkadaşım…

E: Oda arkadaşlarından biri mi?

X: Şey… Aslında o bu binadan bile değil. Ama benim en yakın arkadaşım ve onun için endişeleniyorum.

Edward 2 senedir aklından çıkaramadığı ismi söylerken yüzünü başka yöne çevirdi

E: Blaze Paritburn…

X: Evet, arkadaşımın ismini biliyorum ama hatırlattığın için sağol!

Kızın tavrına gergin bir şekilde güldü, sonra yine ciddileşti.

E: Onun neyi var Xesphylla?

X: Neden merak ediyorsun?

E: Binamdan birinin kaçmasına sebep olmak üzere; sence bunun bir etkisi olabilir mi?

Kız da kollarını kavuşturmuş çocuğa bakıyordu şimdi tek kaşı yukarı kalkmıştı

X: Bence sebebi ondan hoşlanıyor olman…

E: Xesphylla sana yardım etmemi istiyorsan bana neden endişelendiğini anlatmalısın.

X: Bana nasıl yardım edeceksin ki?

E: Sen önce sorunu söyle ben de nasıl yardım edeceğimi düşüneyim.

Kız çocuğun yüzündeki ciddi ifadeyi görmüştü ve daha fazla zorlamamaya karar verdi, yardıma ihtiyacı olabilirdi ve Edward istekli görünüyordu.

X: Onu gün boyunca derslerde de yemeklerde de görmedim. Oda arkadaşları sabah odada olduğunu, yatağından çıkmadığını söylediler ama akşam yemeğinden sonra yemek götürdüklerinde orada değilmiş. Döner diye beklemişler ama hala ortada yokmuş…

E: Sen bunu nerden biliyorsun peki?

X: Baykuşumu kızlara yollamıştım, kapılar kapanmadan önce…

Edward da şimdi endişelenmeye başlamıştı. Nerdeydi bu kız, gecenin bir vakti, çıkış izni olmadığı halde nereye gitmişti, ya başına bir şey geldiyse ve dönemiyorsa? Bunu düşünmemeye çalıştı ve oturduğu yerden hızla kalkıp telaşlı kızın yanına gitti.

E: Baykuşu geri yolladın değil mi?

X: Elbette yolladım!

Kız şimdi beni salak mı sanıyorsun der gibi bakıyordu çocuğun yüzüne, zaten gergindi bir de Edward germek istemiyordu. Kızı omuzlarından tuttu ve ciddiyetle baktı yüzüne

E: Ona bir şey olmadı Xesphylla! Ben bundan eminim…

Aslında emin falan değildi ama buna inanmayı çok istiyordu.

E: Şimdi ortak salonda otur ve beni bekle, eğer bir haber alırsan baykuşu bana yolla…

Dedikten sonra odasından cüppesini bile almadan kapıya doğru yöneldi

X: Sen nereye gidiyorsun?

E: Tabi ki Blaze’i bulmaya

Kızın gözlerini kıstığını ve her an çocuğa karşı çıkabileceğini görebiliyordu ağzını açmasına fırsat bile vermedi

E: Xesphylla bana güven… Gece vakti Hogwarts nasıl bir yer olur hiçbir fikrin yok! Daha önce hiç kaçmadın! Ama ben sayısız deneyime sahibim ve hiç yakalanmadım. Endişelenme onu bulmadan geri dönmeyeceğim.

Lia onun dediği şeyi yapacağını içten içe biliyordu, bu çocuktan pek hoşlanmasa da samimiyetinden şüphesi yoktu. Ama çocuk gitmeden önce bir şey daha söylemeliydi…

X: Tamam! Anlaştık; ama bir saniye dur lütfen…

Çocuk durdu ve acele etmesini söylercesine sabırsızlıkla baktı kızın yüzüne

X: Aramaya bahçeden başla içimden bir ses göl kıyısında olduğunu söylüyor, su onu yatıştırır… Biliyorsun şu Poseidon olayı… Şey sanırım bu gün babasının doğum günüydü…

Kızın kafasına bir anda dank etmişti… Tabi ya, geçen sene de bu zamanlarda babasına mektup yollamıştı. O zaman da babasına ulaşmanın ne kadar zor olduğundan şikayet etmişti, şimdiyse babasına ulaşmak imkansızdı.‘Ah akılsız kafam’ diye kızdı içinden kendine. En yakın arkadaşı babasını bu yaz kaybetmişti ve zaten okul açıldığından beri, 1,5 aydır berbat haldeydi. Zaten beyaz olan teni iyice rengini yitirmiş neredeyse saydamlaşmıştı, az yemek yiyor, az konuşuyor ve az gülüyordu. Ama hiç ağlamıyordu da; özellikle de başkalarının yanında… Lia’nın yanında bile ağlamıyordu yine de derdini anlatıyordu ona, çok az bile olsa… ‘Onları özlüyorum Lia hem de çok özlüyorum…’ Lia bile arkadaşını bu halde gördüğü zaman acı çekiyor gece gizliden gizliye ağlıyordu. Kim bilir Blaze’in kendisi ne haldeydi…

E: Sağ ol Xesphylla bu bilginin yararı dokunacaktır.

Lia Edward’ın sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve kendini suçlamayı da bıraktı. Blaze onun yanında ağlamak istemiyordu, bunu biliyordu. Ama ağlamak kızı rahatlatırdı, tek başına da olsa ağlaması iyi bir şeydi, arkadaşının rahatladığını umdu ve ertesi sabah ona sarılmayı kafasına not etti. Sonra başka bir şey geldi aklına, kız hiçbir şey yememiş olmalıydı. Son anda kapıdan adımını atmak üzere olan çocuğun koluna yapıştı.

X: Karnını doyurmasını sağlar mısın? Hiçbir şey yemediğinden eminim.

Ceplerini karıştırıp bir gofret buldu ve çocuğa uzattı. Çocuk bir anda kendisine yönelen soru ve gofretten şaşkına dönmüş halde bir iki saniye Lia’nın yüzüne baktı.

E: Önce mutfaktan bir şeyler aşırır sonra Blaze’i bulurum gofret başka zaman için sende durmaya devam etsin. Çikolata mı sever?

X: Şerbetli tatlılar dışında tüm tatlıları sever aslında. Hafif olan hiçbir tatlıya hayır diyemez.

Çocuk tam gidecekken cebinden bir bilye çıkarttı ve asasıyla bir büyü yaptı. Lia çocuğun ne söylediğini duyamadı, büyünün ne olduğunu anlayamadı. Bilyeyi kıza uzattığında Lia yalnızca bilyeyi alıp sorgular biçimde çocuğa baktı.

E: Onu bulduğumda bilye kırmızıdan yeşile dönüşecek… Eğer bulduğum anda hemen dönemezsek diye, önceden haber almış olursun ve için rahatlar…

X: Şey… Teşekkürler… Her şey için…

Edward kıza lafı bile olmaz dercesine göz kırptı ve hızla arkasını dönüp ortadan kayboldu…

Gecenin bir köründe soğuk, rüzgârlı ve yağmurlu bahçede mutfağa uğradığında kendisine zorla bir cüppe veren evcinlerine minnet ederek ilerliyordu Edward. Elini kolunu keklerle doldurmak isteyen evcinlerine şimdi alamayacağını söylemiş; ama aç arkadaşını daha sonra buraya getireceğine dair söz vermişti. Yine de ihtiyacı olandan fazlasını tutuşturmuşlardı eline. Bir poşete koyup kuru kalabilmeleri için poşeti büyülemiş, sonrada cüppesinin içine bir yerlere sokuşturmayı başarmıştı neyse ki!

Yağmurun altında hızlı ama sessiz adımlarla ilerlemeye çalışıyordu göl kıyısına varmıştı; ama yağmurun şiddetinden gölün çevresinde kimin olup olmadığı görünmüyordu. Pencereden bakan bir profesörün ikisini görememesi açısından yağmur iyiydi, ama kendi görüşünü de kısıtlıyordu ne yazık ki… Gölün etrafını neredeyse yarıçapı kadar dolanmıştı ki gözüne bir kızıllık çarpar gibi oldu. Bir anlık da olsa bu görüntünün gerçek olduğuna inancını korudu ve kızıl parıltıya ilerledi.

Yanılmamıştı, hakikaten Blaze orada kıyıda oturuyordu işte. Yüzünü göğe çevirmiş yağmurun akıp giden gözyaşlarını temizlemesine izin veriyordu. Kim bilir ne zamandır buradaydı. İncecik cüppesi sırılsıklam olmuştu, büyük ihtimalle ertesi günü hastane kanadında geçirecekti. Ama pek umurunda görünmüyordu. İyice yakınına geldiğinde belli aralıklarla kızın hafifçe titrediğini gördü… Hayır, titremiyordu, o hıçkırıyordu, çok kısık bir sesle ağlıyordu. Edward koşup kıza sarılmayı öyle çok istedi ki o an. Ama yapamazdı işte Blaze kollarından sıyrılır yüzüne tokadı yapıştırıverirdi herhalde.

İstemediği halde yavaş yavaş yürüdü yanına hiçbir acelesi yokmuş gibi. Bu sırada uzaklarda ortak salonda bilyenin yeşile dönmesini sağladı. Lia’nın sessiz teşekkürünü ve huzurunu zihninde duyar gibi hissetti.

Kızın yanına çamura oturdu, cüppesinin çamur olması umurunda bile değildi. Umursadığı tek şey Blaze ve ona yardım edebilmekti. Blaze yanına oturan davetsiz misafire şöyle bir baktı; Edward gözlerinin kan çanağına döndüğünü ve şişmiş olduklarını fark etti. Kız birkaç saniye daha Edward’a baktıktan sonra yüzünü yeniden göğe çevirdi. Hiçbir şey söylememişti… Ne istediğini de sormamıştı, defolup gitmesini de söylememişti. Belki de umurunda bile değildi orada olması.

Edward yüzünü göle döndü ama yan gözle kızı izlemeye devam etti.

E: Yağmur altında oturmayı seviyorsan kuru kalabilmek için birkaç büyü öğretebilirim sana… Gerçi tam olarak istediğin şey ıslanmak sanırım… Buz gibi olmasa göle bile girerdin belki…

Edward son sözünü söylediğine pişman oldu kıza akıl vermiş gibi olmak ve göle atlayışını izlemek istemiyordu.

Kız aradan bir dakika geçtikten sonra yüzünü ona çevirmeden kısık ve donuk bir sesle konuştu

B: Zaten yüzdüm…

Edward şok olmuştu, bu soğukta nasıl yüzebilirdi ki… Kız aklını okumuş gibi tekrar konuşmuştu

B: Su, dışarıdan daha sıcak…

Edward elini göle doğru uzatıyordu tam, son anda vazgeçti.

E: Yarını hastane kanadında geçireceğini biliyorsun değil mi?

Kızdan cevap alamadı; zaten cevap almayı beklediği de yoktu.

E: Sana neden burada olduğunu ya da neden ağladığını sormayacağım. İnsanlardan neden kaçtığını da sormayacağım. Ama sen odana dönene kadar yanında oturmaya kararlıyım! Benimle konuşsan da konuşmasan da yanında olacağım. Seninle birlikte hastane kanadına gitmek zorunda kalsam bile burada oturacağım. Sebeplerini sormayacağım ben sadece ihtiyacın olursa diye yanında kalacağım. Kimseye ağladığını, ya da benimle birlikte ağladığını da söylemeyeceğim. Çünkü ben de seninle beraber ağlayacağım.

Kız sonunda yüzünü çocuğa çevirmiş üzgün bir ifadeyle bakıyordu.

B: Senden bir şey isteyebilir miyim?

E: Gitmem dışında ne istersen yaparım…

B: Bana sarılabilir misin Edward?..

Edward şok olmuş bir şekilde kıza baktı. Evet, elbette sarılırdı hatta onu sıkı sıkı sarar başını göğsüne yaslar bir yandan onunla ağlar diğer yandan saçlarını okşayıp kızı yatıştırmaya çalışırdı. Daha az önce koşup ona sarılabilmeyi istemiş ama yapamamıştı. Şimdi kız kendisi soruyordu.

Kalın cüppesini araladı ve kıza doğru elini uzattı. Avucunun içinde kızın zarif elini hissedince kızı kalın cüppenin içine doğru çekti. Bir yandan cüppeyi kızın etrafına dolarken kızı kucağına doğru çekti. Başını göğsüne dayamasını sağladı, cüppesini ikisi etrafında sıkı sıkı sardıktan sonra iki kolunu da sardı kıza. Hıçkıra hıçkıra ağlamasına izin verdi. Bir süre sonra kız da kollarını çocuğun boynuna dolamış başını da göğsünden kaldırıp boynuna yaslamıştı. Edward onunla birlikte bir ileri bir geri sallanıyor, bir yandan kızla birlikte ağlıyor diğer yandan saçlarını okşuyordu. Kız da aynı şeyi yapıyor farkında olmadan Edward’ın saçlarını okşuyordu.

Yavaş yavaş ağlaması duruldu kızın ama birbirlerinin saçlarını okşamaya ve sarılmaya devam ettiler. Edward kızın mırıldanarak kendisine teşekkür ettiğini duydu.

E: Seni artık kuru bir yere taşıyabilir miyim?

B: Taşımak derken?

Yaşıtlarına göre oldukça atletik ve güçlü bir çocuktu Edward. Blaze kucağındayken zorlanmadan ayağa kalkmış ve yürümeye başlamıştı bile. Kız sessizce göğsüne iyice sokulmuş ve çok kısık bir fısıltıyla ‘odaya gitmek istemiyorum’ demişti

E: Zaten karnını doyurmadan seni odaya falan göndermeyeceğim. Sadece kuru bir yere gideceğiz.

B: Teşekkürler…

Kızı şato duvarında gizli bir oyuğa götürdü. Oyuk yağmuru kesiyor ama soğuğa etki etmiyordu. Edward kızı da kendisini de Sıcak hava ile kuruttu önce ama ateş yakmayı göze alamadı; sürekli sıcak hava ile ısınmalarını da sağlayamazdı. Kuru olmanın bir süre ikisini de ısıtmaya yetmesini umdu. Gerçi kız onun kalın cüppesi içinde ve kuruyken üşüyemezdi zaten.

Cüppesini keki koyduğu yerden çıkarabilmek için araladı, kız bu hareketi yanlış anlayıp kollarından sıyrılmış ve ayağa kalkmaya yeltenmişti. Tek koluyla kızı sardı ve göğsüne yeniden başını yaslamasını sağladı. Diğer eli kekleri buldu ve kıza sundu.

E: Lia bunları sevdiğinden bahsetti.

Kız bir an arkadaşının endişelendiğini anlayarak panikle çocuğun göğsünden uzaklaşmaya çabaladı ama Edward sıkıca kıza doladığı kolunu gevşetmedi.

E: Meraklanma seni bulduğumu biliyor. Ona seni bulduğumda haber verdim. Binadan kaçmaya çalışırken yakaladım onu. Senin için epey endişeliydi. Göl kıyısında olabileceğini düşünüyordu. Seni bulacağıma söz verdim. Hogwarts geceleri tehlikeli olur; ikinizin de başı belaya girsin istemedim. Yemek de yemediğini aç olabileceğini düşünüyordu. Tatlıya hayır diyemeyeceğini söyleyince mutfaktan biraz kek aşırdım. Aslında evcinleri elimi kolumu doldurmaya çok hevesliydiler bu kadar kekle kendimi kurtarmayı başardım.

Kız keklerden bir dilim alıp yavaşça yemeye başlamıştı mahcup bir ifadeyle Edward’a bakıyordu.

B: Teşekkür ederim… Gerçekten…

Edward cevap olarak sadece gülümsedi ve kızın saçlarını okşadı tekrar.

B: Bu gece… Yalnızca ikimiz arasında kalacak değil mi?

E: Elbette Blaze…

B: Yarın yine eskisi gibi olacağız, bir şey olmamış gibi…

E: İstediğin bu mu?

B: Şimdilik, evet…

E: Pekâlâ… Ama bir şartla… Ağladığında yanında olmama izin vereceksin. Bana asla açıklama yapmak zorunda olmayacaksın ama ihtiyacın olduğunda yanında olmama izin vereceksin.

B: Bunu neden istiyorsun?

E: Seni önemsiyorum… Yanımda rahat olabildiğini gördün bu gece, o halde neden yanında olmayayım?

B: Bu bencillik olmaz mı? Yalnızca ben kendimi daha iyi hissedeyim diye yanımda olmana izin vermek bencilce olmaz mı?

E: Sen de istediğin halde bana hayır demek acımasızlık olmaz mı?

B: Tamam öyle olsun… Kabul…

Kız yeniden göğsüne yaslanırken Edward huzurla derin bir nefes almıştı. Artık ona yakın olabilirdi. Bu yakınlığı belki ikisinden başka kimse bilmeyecekti ama yine de yakın olacaktılar

Lia ortak salonda beklememesi gerektiğini hissetmişti aslında. Bilye yeşile döndüğü anda içini bir huzur doldurmuş, beklemesine gerek kalmamıştı. Yine de çocuğa teşekkür etmek için beklemeye karar vermişti. Çocuk hemen gelemeyebileceğini söylemişti ama yine de beklemek istiyordu. Yaklaşık yarım saat sonra koltukta uyuya kalmıştı.

Edward kekleri Blaze ile birlikte yedikten sonra kızı güvenli bir şekilde Gryffindor bina girişine bırakmış oradan çabucak kendi binasına geçmişti. Lia’yı koltukta uyur halde bulunca içi burkuldu. Kızı fazla sarsmadan uyandırdı.

X: Çok şükür gelebildin… Saat kaç oldu… Yuhhhh dışarıda saatlerdir ne yapıyordun?

E: Mutfaktan yiyecek aşırdım, Blaze’i buldum, kuru bir yere gitmek için ikna etmeye çalıştım, karnını doyurmasını sağladım ve binasına bırakıp geldim işte.

X: Şey… Teşekkürler… Peki, o nasıldı?

E: Cevabını duymak istemeyeceğin sorular sorma… Onu binasına bırakırken daha iyiydi diyeyim sadece. Yarına ikimizde hasta olabiliriz. Yağmur altında onunla birlikte uzun süre oturdum çünkü. Ben yanına gitmeden önce o gölde de yüzmüş… Gerisini sen düşün…

X: Çok mu ağlamıştı?

E: Evet Lia gözleri şişmiş durumda. Lütfen daha fazla soru sorma, üzülmeni istemiyorum… Hem şu anda iyi bu düşünceye odaklan olur mu?

Kız kendisine nadiren Lia diye hitap eden çocuğa, çocuğun samimi endişesine kuşkuyla baktı.

X: Öyle olsun bakalım… Yanındayken ağlayabiliyor mu?

E: Lia…

X: Benim yanımda ağlamak istemiyor…

E: Bana da hiçbir şey anlatmıyor! Lia anlasana acısının tamamını başkalarına da yüklemek istemiyor. Onu ağlarken görmenin seni ne kadar üzeceğini tahmin edebiliyor, seni düşünüyor.

X: Bak senden pek hoşlandığım söylenemez ama eğer… Eğer Blaze yanında rahat olabiliyorsa hep yanında ol olur mu?

E: Ben de bunu istiyorum… Sana karşı özel bir garezim yok ama diğer sarışınlar kadar çekici gelmiyorsun gözüme… Buna karşın seninle derdini paylaşabiliyorsa sen de hep onun yanında ol lütfen.

X: Öyleyse anlaştık!

Edward içten bir şekilde güldü ve kızın kendisine uzattığı eli sıktı.

E: Evet, anlaştık… Kavga etmek, bağırmak, ağlamak gibi ihtiyaçları olduğunda bana haber verirsin değil mi?

X: Kuşkun olmasın! Özellikle öfkeli olduğu zamanlarda seni anında bulmaya özen göstereceğim.

Edward sesli gülmemek ağzını eliyle kapatmak zorunda kaldı.

E: Minnettar olurum, bana vurmasını da sağla ama olur mu?

X: Elimden geleni ardıma koymam hiç merak etme sen

Birbirlerine bakıp ses çıkarmadan gülmeye çabaladılar.

E: Artık seninle güçlü bir ortak noktamız var demek…

X: Evet… Blaze fazla güçlüdür… Yine de zayıf olduğu anlarda yanında olmak senin görevin.

E: Görevimi eksiksiz yapacağım…

X: Ben de bunu umuyorum…



Ne yazık ki Edward'ın istediği yönde ilerlemeyecekti zaman; kızın ağlamaya, bağırıp çağırmaya ihtiyacı azaldıkça çocukla arasına mesafeler koyacaktı. Yakınlaşacaklarına, yavaş yavaş uzaklaşacaklardı. Kız Edward'ın beklentilerini daha rahat hissedilecek şekilde büyüdükçe ve aslında ondan ne kadar hoşlandığını fark ettikçe kendini geri çekecekti...

Anılar~1~ Misafir

Bu yaz, Lloyd Malikanesi…
~Misafir~

Nyx mutfağın içinde cıvıl cıvıl bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu. Yemek hazırlamayı oldu olası severdi zaten. Dudağından melodilerin mırıltısı hiç eksik olmazdı; Akdeniz’den gelen melodiler…

Ailenin diğer üyelerine göre fiziksel olarak Nyx biraz farklıydı, teni daha esmer, gözleri ve saçları ise kömür karasıydı. İsmi bu yüzden Nyx’dü zaten! Ağabeylerine hiç benzemeyen bu kızcağız henüz 9 yaşlarında falan ilk kez farklılığını anlayıp babasına nedenini sormuştu. Nyx kendini hiç farklı, ya da aykırı hissetmemişti çünkü annesi, babası ve ağabeyleri tarafından hep çok sevilmişti; el bebek gül bebek büyütülmüştü.

Babası asa yapımcısıydı hem de en iyilerinden! Ama diğer asa yapımcılarına benzemezdi… Toz tutmuş bir dükkanda oturan örümcek bağlamış bir büyücü değildi. Kırılgan, zarif İngiliz beyefendileriyle uzaktan yakından alakası yoktu. Uzun boylu, iri yapılı, kaslı, heybetli, dev gibi bir adamdı. Nyx’ün ağabeyleri de öyleydiler. Nyx ise incecikti ve hep ince kalacaktı, çok güçlü değildi belki ama hep hızlı ve atik olacaktı. Hiçbir zaman heybetli görünmeyecekti, o hep zarif olacaktı. Bu nedenle 9 yaşındayken bile babasının kucağında minicik kalabiliyordu.

“Nyx… Benim güzel kızım… Minik tanrıçam… Sen gecesin meleğim…”

Kızının minicik elini koca avucu içine almış sevgiyle öpmüştü. Babası heybetli görünümünün ardında sevgi dolu bir adamdı. Kızına da eşine de öyle hafif, öyle şefkatli dokunurdu ki, o cüsseden asla beklemezdiniz bunu.

“Sen benim hayatımda gördüğüm en güzel kızsın, yüce atamız Poseidon da biliyor ya çok bekledik seni… Annen de ben de yıllarca senin hasretini yüreklerimizde duyduk… Gecenin zarafetiyle geldin yuvamıza, çok beklettin bizi ama değdi. Sen aydınlık gecesin Nyx, gecenin içinde parlayansın benim küçük parlak yıldızımsın…”

Bu bir açıklama bile sayılmazdı ama Nyx’e yetmişti işte!

Babası haklıydı Nyx enerjisiyle, neşesiyle parlak küçük bir yıldızdan farksızdı, öyle parlak bir gülümsemesi vardı ki ellerinizi gözlerinize siper etmek zorunda kalabilirdiniz.

Eşi David onu göl kenarında dans ederken görmüştü ilk kez ve büyülenmişti. David hep “ Asaya ihtiyacın yok sen zaten büyünün ta kendisin” derdi. David Nyx’den 3 yaş büyüktü ve başka bir binada okumuştu. Kızı ancak mezun olacağı sene görebilmişti ve bir daha da aklından çıkaramamıştı. Yine göl kenarındayken bir gün ağaca yaslanıp kıza itafen yazdığı şiiri okumuştu hülyalı hülyalı.

“Ohhh aydınlık gece…

Yüreğim karanlığına hasret,

Yolumu kaybetmeyi öyle istiyorum ki…

Bir gülüşün ışık olsa,

Ellerimi tutsan karanlıkta,

Göremesem ama hissetsem yalnızca…

Ohhh aydınlık gece…

Nasıl bir gecesin ki sen;

Parlaklığın kör etmiş gözlerimi, göremiyorum senden ötesini…”

Nyx de bu şiiri duyduğu an aşık olmuştu kocasına.“ Öyleyse gece bir öpücük kondursun tatlı dudaklarınıza, boynunuza dolasın kollarını ve kokusunu bıraksın burnunuza… Dokunarak, hissederek, koklayarak bulun yolunuzu. Ama yolunuz da gece olsun, aklınız da aydınlansın benimle, kalbiniz de…” Nyx zarafetle adamın yüzünü elleri arasına almış, önce yüzünü okşamış, sonra ellerini omuzlarına doğru kaydırmış, kollarını boynuna dolamış ve minik tatlı bir öpücük kondurmuştu dudaklarına.

Babası, David ile tanıştığında çocuğun kızını gerçekten sevdiğini net olarak görebilmişti ve sevgiyle bağrına basmıştı geç adamı. Yine de çabucak evlenmemelerini istemişti, işleri rayına koyana kadar beklemelerini rica etmişti. Ne yazık ki biricik kızının evlendiğini de anne olduğunu da göremeyecekti.

Bir baykuş pencereden hızla içeri dalıp kadının omzuna konuverdi. Kadın irkilmedi sadece güldü.

“Cahrles omzuma konarsan ayağındaki mektubu çözemem ama.”

Baykuş neşeyle şakıdı ve muhabbetle sahibesinin boynunu hafifçe gagaladı. Sonra sahibesinin öne doğru uzattığı koluna indi ve bacağını uzattı. Nyx önce mektubu çözdü sonra hayvanın başını okşayıp gagasından öptü.

“Git ve kendine bir ziyafet çek Charles bunu hak ettin”

Baykuş uçup gitti, minik mektupta David’den gelen küçük bir nottu.

Yemeğe misafirimiz var! Bakanlığın genç Daire başkanlarından. Onunla tanışmalısın, enteresan biri. Bu arada seni seviyorum aydınlık gecem…

Nyx nota gülümsedi ve cebine sokuşturdu. David ve Nyx’ün birbirlerine olan aşkları hiç solmamış aksine büyüdükçe büyümüştü.

Bir misafir, bir tabak daha, bu hiç sorun değildi. Misafir ağırlamayı severdi Nyx bu açıdan da anne tarafına çekmişti herhalde…

David şimdi 38 yaşındaydı ve bakanlıkta çalışmak onu artık tatmin etmiyordu. Karısıyla birlikte büyü bilimi araştırmaları yapmak çok daha cazipti. Bu yüzden bakanlıktan ayrılmak istediğini bildirmişti. Yeni ve genç sihir bakanı onun gibi uzun yıllar emek vermiş bir çalışanı kaybetmekten ne kadar üzüntü duyacaklarını belirttiyse de anlayış göstererek bu isteği kabul etmişti.

Bu habere tek üzülen sihir bakanı değildi, bakanlıktaki pek çok kişi üzülmüştü özellikle de David’den 10 yaş küçük olan Edward abi gibi benimsediği adamın gidişine epey içerlemiş gibiydi. David de bu genç adamı severdi, ama henüz eşiyle tanıştırma fırsatı bile bulamamıştı. Dilekçenin kabul olmasından sonra son kez bakanlığa gitmişti David ve dönüşte Edward’ı da yemeğe davet etmişti. Genç adam seve seve kabul etmişti tabiî ki.

Nyx bu genç adamla tanıştığı anda kanı ısınmıştı. Nedendir bilinmez adamın içinde yoğun bir sevgi hissetmişti. İnsanların içinde sevgiyi görür tanırdı Nyx bu onun en karakteristik özelliğiydi. İçinden bir ses adamın bu yoğun sevgisinin tanıdık olduğunu söylüyordu Nyx bu yüzden garipsemişti durumu.

Yemekler yendikten sonra genç adam bütün yemeklere iltifatlar yağdırmış, çiftin 2 küçük oğluyla bahçede koşuşturmuş oyunlar oynamıştı. Alexander kardeşini de alıp odalarına uyumaya çıktıktan sonra ancak adam gibi sohbet etme imkanları olmuştu.

D: Çocuklar sana bayıldılar

E: Ben de onlara bayıldım Bay Lloyd, 2 çok güzel çocuğa sahipsiniz. Aslında size imrendim biraz.

D: Edward bana artık ismimle hitap etsen olmaz mı? Bakanlıkta da değiliz artık lütfen gevşe

E: Özür dilerim bay Llo… Pardon David diyecektim…

Nyx bu şaşırmış haline gülmüştü

E: Çok güzel bir gülüşünüz var bana çok sevdiğim bir bayanın gülüşünü hatırlattı…

N: Belki bir gün o bayanla da tanışırız…

E: Ah inanın bana bunu sizden daha çok isterim, onu koluma takıp da birileriyle tanıştırabilmenin hayali bile içimi ısıtıyor…

N: Demek ki âşıksın! Ah şimdi anlıyorum…

E: Pardon, neyi anlıyorsunuz leydim?

N: İçinde hissettiğim yoğun sevgiyi…

D: Eşim bir Hufflepuff’dı ve böyle bir yeteneğe sahip…

E: Bu çok enteresan, vay canına…

Nyx o kadar da değil der gibi elini umursamazca sallamış ve konuyu değiştirmek için aklına ilk geleni soruvermişti:

N: David bana seninde Bakanlığın genç daire başkanlarından olduğunu söyledi, yaşını sormamın sakıncası yoktur umarım

E: Elbette bir sakıncası yok! 28 yaşındayım

N: Hogwarts’da okudun değil mi? Belki yeğenimi tanıyorsundur, senden bir dönem küçüktü gerçi… Hangi binadaydın?

E: Ravenclaw

N: O Gryffindor’daydı… Merak ediyorum bir Paritburn tanımış olma ihtimalin nedir, okul yıllarından?

Genç adamın gözleri kocaman açılmış şok dolu bir ifadeyle Nyx’ün suratına bakmıştı önce.

E: Yeğeniniz Blaze mi?

İsim adamın ağzından çıkar çıkmaz Nyx adamı neden birden bu kadar sevdiğini anladı. Bu adam yeğenine âşıktı. Gülümsedi ve başını evet anlamında salladı…

N: Ben de bir Paritburn’düm… Yanlış anlama David senin soyadını da seviyorum ama kızlık soyadımı da çok severdim… Blaze en büyük ağabeyimin kızıdır.

E: Şu işe bakın…

N: Evet bak sen şu tesadüfe…

Nyx ‘Demek benim yeğenime âşıksın…’ diye eklemek istemişti ama adamı utandırmamaya karar verdi. Edward zeki bir adamdı kadının bakışlarından ne düşündüğünü hissedebiliyordu muhakkak; öyle ki yavaşça kızarmaya başlamıştı

N: Blaze… Ne harika bir kız değil mi?

E: Evet kesinlikle öyle…

Edward artık utancından kadının yüzüne zor bakıyordu, kadının her şeyi anladığını fark etmişti; inkâr etmek ya da aksine işaret edecek tepkiler vermek yarar sağlamayacaktı. Bu yüzden elinden geldiğince dürüst davranmaya karar vermişti. Nyx adamın bu tavrını içten içe takdir etti; Edward’a gerçekten kanı çok ısınmıştı, kim bilir belki biraz yardımcı oldurdu çocuğa.

N: Onu ne zamandan beri tanıyorsun? Yakın mıydınız Blaze ile?

D: Tatlım konuğumuzu sıkıştırmasan…

Edward aslında bu konuşmayı istediğini fark ederek şaşırmıştı… İçten ve utangaç bir ifadeyle güldü.

E: Sorun değil David… Ben ilk kez Blaze ile ilgili sorular duyuyorum… Ama… Yani… Sanırım… Bu konuda konuşmak beni rahatsız etmeyecek; bilakis hoşuma gidecek gibi. Şey, aslında onu okula geldiği ilk günden beri tanıyorum; yani bilirsiniz şapkaya çıkışını falan hatırlıyorum… Ama ciddi anlamda yakınlaşmamızın o 3.sınıfa başladığında olduğunu söyleyebilirim. Yani daha önce de 2 çift laf etmişliğimiz var ama… 1. sınıftayken çok daha sıcakkanlıydı ama ben biraz daha cool davranmanın peşindeydim. 2. sınıfta fazlasıyla soğuktu, aslında 3.sınıfın başında daha beter durumdaydı… Ama bir şekilde yakınlaşmayı başarmıştık.

Ne olursa olsun yakınlaşmalarının anısını kimseyle paylaşmamaya niyetliydi. Bu ikisine özeldi ve öyle kalacaktı, kimse asla ikisinden birinin ağzından duymayacaktı. Sonra aklına gelen bir düşünceyle kendi kendine gülümsedi; belki çocuklarına anlatırdılar…

N: Blaze 2.sınıfa başladığında yazın annesini kaybetmişti, 3.sınıfa başladığında da babasını kaybetmişti. Sana hiç anlattı mı?

Nyx sorduğu sorunun cevabını biliyordu aslında. Blaze böyle bir şeyi asla anlatmazdı. Babasının öldürüldüğü geceye dair kızın anıları hiç de iç açıcı değildi. O gecenin bir kısmına şahit olmuş olmasa Nyx de bilemezdi, zaten ancak şahit olduğu kadarını biliyordu. Kız ilk bir hafta yaşadığı şoku atlatamamıştı; odaya kapanıp yemek bile yemediği bir haftanın ardından yavaş yavaş toparlanmış ve babasının isteğini yerine getirmeye başlamıştı. Kardeşi için dik durmuştu…

E: Şey… Biz yakındık sanırım; ama Blaze’i benden daha iyi bilirsiniz, kapalı bir kutudan farksızdır. Lia ile yakındılar daha çok, X. Lia León hani şu genç sihir bakanı… Lia bizim binada okuyordu, zorla da olsa üstünkörü bilgiler alabiliyordum ondan. Kapalı kutu olmak konusunda Lia da Blaze’den pek farklı değildir; yine de yeterince bilgi veriyordu sanırım… Zor bir dönemden geçiyordu, bana anlatmasa bile yanında olmaya çalışıyordum…

N: Hmmm… Blaze kendini güçlü olmaya, güçlü görünmeye zorluyordu o sıralar, dik durmaya çalışıyordu. Kardeşine göz kulak olmak, fazla yas tutmamak, kin gütmemek için babasına söz vermişti…

Bu esnada David hafifçe öksürdü, eşine susmasını işaret ediyordu belli ki…

D: Tatlım Blaze anlatmak istemiyorsa senin de anlatman doru olmayabilir.

N: David ben kendimle ilgili bir hikâye anlatıyorum, o gece ben de ordaydım biliyorsun, gördüklerimden istediğim kişiye bahsedebilirim!

Hem ne yaparsa yapsın fazla bilgi vermeyecekti zaten. Anlatılabilecek olan ve anlatılamayacak olan şeyler vardı. Karşısındaki genç adamın neden asla istediği yakınlığı kuramadığını anlamasına yardım etmek istiyordu.

N: Ölümyiyenler ya da onlardan geriye ne kaldıysa işte onlar Blaze’in annesini, babasını, henüz doğmamış kardeşini, amcasını ve dedesini öldürdüler. Yani benim 2 ağabeyimi, babamı, doğmamış yeğenimi ve yengemi öldürdüler. İskoç topraklarına geçiş yapacakları yerde yengemi yaralamışlardı. Küçük ağabeyim ve ben çocukları güvenli bir şekilde Anne tarafından akrabalarına ulaştırmıştık; arkamızdan geliyor olmaları gerekirdi ama gelmediklerinde bir terslik olduğunu anlayıp geri döndük. Biz geri dönünce saldırganlar kaçtı ama biri gitmeden önce yengemi yaraladı; karabüyü ile… Çok güçlü bir büyü değildi, neden kadıncağızın kanlar içinde yere yığıldığını anlamamıştık. Yengemin akrabaları arasında kendi annesi başta olmak üzere çok iyi şifacılar vardı. Hamile olduğunu olayı anlattığımız ilk anda anladılar. Hamile bir kadının vücudu kara büyüden 3 kat fazla hasar görürmüş. Blacken’a annesinin hasta olduğunu söyledik; ama Blaze olan biteni anlayabilecek yaştaydı, annesinin saldırıya uğradığını ve ölümcül bir yara aldığını anlıyordu. Yengem bebeğin kurtarılmasını istedi ama henüz hamileliğinin çok başındaydı, bebek daha tam anlamıyla bir bebek bile değildi. Nitekim yaz ortasında kaybettik onu da bebeği de. 2. sınıfta bu yüzden soğuk görmüşsündür Blaze’i. Ağabeyim dönem içinde kızcağızın eve gelmesini yasaklamıştı, okulda güvende olur diye; ama sonra kendi dayanamayıp Blacken ile birlikte Hogwarts’ ziyaretlerine başlamıştı, takip edilmemek için dönüşü hep farklı yollardan yapıyordu. Zavallının sabit bir yeri bile kalmamıştı… Shadow gezileri sırasında okulda kalması için ısrar ediyordu, hatta güvende olabilmeleri için ağabeyime profesörlük bile teklif etmişti. Ağabeyim güvende olabilmeleri için sabit bir yerinin olmaması gerektiğinde ısrarcıydı. Blacken ile dolaşıp duruyorlar çocuk ta bahaneyle kafası dağılıyor, dünyayı görüyordu. Dönem sonunda Blaze’de onlara katıldı, gezmeye devam ettiler ama yaz sonu yaklaşırken o pislikler izlerini bulmuş ve gizlice takip etmişler. Bizim en zor ulaşacağımız yerde de saldırmışlar. Yine de ağabeyim çok zeki bir adamdı bizden yardım istemeyi ve çocukları koruma altına almayı başarmıştı. Oraya ulaştığımızda ağabeyime hala işkence ediyorlardı. Bizi gördüklerinde panikleyip bıraktılar, kendilerini korumaya odaklandılar. Kaçmaya çalıştılar ama bizimkiler takip etti, banaysa kalıp ağabeyim ve çocuklarla ilgilenmem söylendi. Ağabeyim öldüğünde koruma büyüsü bozuldu karşı odanın kapısında Blaze’in yere düştüğünü gördüm. Kızın bacaklarını kilitlemiş, savaşın içine atlayıvermesin diye belli ki son anda yapmış bunu kız elinde asa babasına koşarken kapıda öylece kalakalmış. Babasına yapılan tüm işkenceyi izlemiş…

David eşinin yanına gelmiş kolunu kadına dolamış bir yandan kadının gözyaşlarını kuruluyor diğer yandan başına sevecen öpücükler konduruyordu. Nyx ağladığının farkında bile değildi…

D: Bu kadarı yeter aşkım… Devam etme, kendini de üzüyorsun…

Edward’ın da gözleri dolmuştu, duyduklarının şokunu atlatmaya çalışıyordu belli ki. Rengi atmıştı bembeyazdı.

Nyx kendini toparlamaya çalıştı ve konuşmasını sürdürdü…

N: Hayır David bitirmeliyim, devam etmeliyim… Ağabeyim ölmeden önce bana çocuklara göz kulak olmamı söyledi. Ölme, gitme dedim ona sarıldım ama kollarımın arasında can verdi. Blaze’in yere düştüğünü duydum ama hemen dönüp bakamadım. Hayatımdaki en acı dolu çığlıkla kendime geldim. Blaze… O… ne yaptığının ya da çıkardığı sesin farkında bile değildi. Ağabeyimi bırakıp içeri odaya koştum Blacken uyuyordu, büyük ihtimalle uyumaya devam etmesi için ağabeyim sihir yapmıştı. Babası öldüğünde sihir de bozulduğundan ablasını duyamasın diye tekrar büyüledim ve elimden geldiği kadar çabuk Blacken’ı oradan uzaklaştırdım. Blaze’i geride bırakmak zorunda kaldım ama çok kısa bir süre için. Blacken’ı anneme teslim edip geri döndüğümde Blaze babasının ölü bedenine sarılmış ağlıyordu, çığlıkları dinmemişti. Üstü, başı, eli, yüzü… Her yeri kan içindeydi

Nyx’ün sesi titremişti, gözyaşları artık hâkim olamadığı bir şekilde yanaklarında süzülüyordu, boğazına bir şey takılmış gibiydi konuşamadı, bir süre yalnızca kendisine sarılan eşinin göğsüne gömülüp ağladı. Yatıştığını hissettiğinde rengi atmış olan genç adama baktı. Adam belli ki uzaklara dalmıştı, gözleri donuktu, hareketsizdi, sıktığı yumruğunu ağzına bastırmış sessizce ağlıyordu. Acı çekiyordu… Sevdiği kadının acı çektiğini duymak onun da canını yakıyordu.

N: Ona gerçekten âşıksın değil mi Edward…

Nyx soru sormuyordu yalnızca gördüğü şeyi ifade ediyordu. Edward’ın donuk gözleri bu sözcüklerle yeniden kadına bakmaya başlamıştı; içinde bulundukları ana geri dönmüştü. Usulca evet anlamında başını salladı. Âşıktı hem de delirircesine âşıktı Blaze hayatındaki en önemli şeydi belki de…

N: Peki ya Blaze? O sana âşık mı?

E: Ben… Bilmiyorum Bayan Lloyd… Bazen bunu hissedebiliyorum; ama bazen de öyle soğuk oluyor, o kadar ilgisiz davranıyor ki… Ben gerçekten anlayamıyorum.

Nyx başını hafifçe iki yana salladı…

N: Yani senden kaçıyor. Tipik Blaze…

E: Nasıl yani

N: Bak Edward… Blaze, çok küçük bir yaşta, büyük bir sorumluluk almak zorunda kaldı. Kendisini kardeşine adadı resmen. Âşık olmak kardeşinden başka bir erkeğe fazla yoğun bir sevgi duymak onun için korkutucu olabilir. Üstelik karşısındakinden emin olamıyorsa, kırılacağını düşünüyorsa her yakınlaşmada kendini geri çekecek ve korumaya çalışacaktır. Bu senden hoşlanmadığı anlamına gelmez aksine sana âşık olmaktan korktuğu, âşık olmaya çok yaklaştığı anlamına gelir. Sanırım senin kendisini kıracağından korkuyor.

E: Ben sebep oldum! Korkması benim hatam, benim suçum… Hogwarts’dayken, hep onun gözünün önündeyken o kadar çok kızla birlikte oldum ki! Beni biraz kıskandığını görmeye ihtiyacım vardı belki de ama o hiç… hiçbir zaman belli etmedi, umursamıyor gibi davrandı hep.

Nyx uzanıp genç adamın eline şefkatle dokundu.

N: Kendini boş yere suçlama lütfen… O yaşlarda elbette başka kızlarla olacaktın Blaze kendisini ayartmana asla izin vermezdi ki!

E: O kızlardan da hoşlandım, yemin ederim. Asla yapmacık ilişkiler yaşamadım ama kızlar bana geldiler önce sonra ben düştüm peşlerine… Blaze ise farklı… İlk gördüğüm andan beri onunla olmayı istiyorum, ama yanındayken kendime güvenimi kaybediyorum. O etrafımdayken başka bir şeye odaklanamıyorum! Bu yüzden terk edildim ve terk ettim pek çok kez… Kız arkadaşım neden onunla görüştüğümü sorduğu anda ilişki biterdi, ne kadar hoşlanmış olursam olayım ya ben ya o aşamasına geldiği anda hiç düşünmeden Blaze’i seçtim hep. Şimdiyse duruldum, yaşıtım olan kadınlar zaten başka bir dişinin beynime kazınmış olduğunu anlayabilecek kadar sağduyulular. Gençler bazen peşime düşmüyor değil ama onlara da ben uyarıda bulunuyorum bir noktadan sonra. Herkes her şeyin farkında, Blaze hariç! Tamam, ona hiç direkt olarak açılmadım, ama kimseye anlatmadığım halde herkes bu kadar net görebilirken o göremiyor mu gerçekten…

Edward nefes nefese kalmıştı, içindeki haykırışı dışa vurmuştu ilk kez, üstelikte kendisine akıl veren yardım etmek isteyen bir insana karşı…

E: Ben çok özür dilerim Bayan Lloyd niyetim size çıkışmak ya da sesimi yükseltmek değildi. Yalnızca bu konuyu kendi içimde o kadar uzun bir süredir tartışıyordum ki… İlk kez birine sesli olarak anlatıyorum, bu kadar şiddetli olduklarını fark edemedim. Affedin beni…

N: Saçmalama tatlım, kızmıyorum aksine samimiyetin beni memnun ediyor. Edward elbette görüyor, ama güvenemiyor demek ki… Onunla açıkça konuşmalısın, ona âşık olduğunu kimle olursan ol ondan asla vazgeçmediğini anlatmalısın ona…

D: Hayatım bence sen demen gerekenleri söyledin, bırak ne yapması gerektiğine Edward karar versin. Ayrıca Blaze’in arkasından konuşuyormuşsunuz gibi hissediyorum ve bu beni rahatsız ediyor.

N: Yeğenimi en az senin kadar sevdiğimden kuşkun olmasın David! Ben onun mutlu olmasını istiyorum, artık duygularını yaşayabilmesini istiyorum. Blacken büyüdü kocaman bir adam oldu, artık kendisini özgür bıraksın istiyorum David… Sorumluluğu sona ersin yüklerinden kurtulsun istiyorum.

D: Tatlım anlıyorum ama bırak bu durumu Edward halletsin. O aklı başında zeki bir genç adam…

Edward öneri almaktan şikâyetçi değildi ama çok sevdiği, bir ağabey gibi gördüğü David de kesinlikle haklıydı. Kendisine endişeyle bakan Nyx’e gülümsedi.

E: Çok teşekkür ederim Bayan Lloyd ama sanırım David haklı; bunu kendim halletmeliyim. Siz Blaze’in neler yaşadığını anlattınız bana da onun yaşadıklarını anlamak ve buna göre davranmak düşüyor şimdi.

N: Peki, öyle olsun… Ama en azından son bir şey yapmama izin ver… İkinizi birlikte yemeğe alayım. Bir araya gelmenize yardımcı olayım sadece senin yanında nasıl davrandığını görüp emin olmak istiyorum.

David eşine kaşlarını çatmış bakıyordu.

N: Yapma David bu kendi içimi rahatlatmak için…

E: Şey… Ben buna hayır diyemem elbette; onu görebileceğim hiçbir fırsatı kaçırmam. Ama ya ters teperse anlarsa ve size kızarsa?

N: Eğer düşündüğüm gibiyse kızamaz, yalnızca kızmış gibi yapar…

E: Öyle diyorsanız…

Nyx sevinçle yerinden fırladı ve adamın alnına bir öpücük kondurdu,

N: Bu arada bana Nyx de lütfen, biz artık suç ortağıyız hem!

Eşinin kendisine attığı suçlayıcı bakışlara sadece gülümsedi Nyx. David’in dudaklarına hızlı ama içten bir öpücük kondurdu.

N: Kızma bana sevgilim… Şu anda çok mutluyum lütfen…

Bu kadının hayat dolu, sevgi dolu tavırlarına kim karşı koyabilirdi ki? 2 saniyede David de yumuşamıştı. O da karısını öptü. Kadın içi rahatlamış bir şekilde cıvıldayarak baykuşhaneye doğru yürümeye başlamıştı.

N: Hemen Blaze’e bir mektup yollayayım…

Edward kadının hayat dolu tavırlarının nasıl da içini umutla doldurduğunu fark etti. Kim bilir belki de Blaze ve o… Umutla gülümsedi ve David’in kendisine şarap ikram ettiğini de o sırada fark etti. Bahçede titrek fener ışıkları arasında kadehlerini kaldırdılar.

D: Öyleyse… Umuda…

E: Umuda…